27 Şubat 2009 Cuma

16. Gün




Bugün 16. gün. Yazıya başlarken aklıma gelen zamanın ne kadar hızlı aktığıydı. Cüneyt Ülsever bir yazısında zaman yok, anlar var demişti. Bizim hissettiğimizde aslında bu. 16 gün olmuş, bir süre sonra 1 ay olacak, sonra belki aylar.....İşlerin aylara uzaması değildi, amacımız. Ya da amacımız donkişitluktu değildi. Sadece bu süreçle birlikte basın tartışılsın, basın çalışanları kendi mesleklerine sahip çıksın, falanca müdürden korkarak haber yazmasın, ya da birileri onu tetikçiliğe zorlarken karşı çıkacak gücü bulsun. İşte bunun için toplu hareket etmek gerekiyor. Bu toplu olma hali de ancak sendika üstünden yürür. Diğer önemli noktaysa toplu sözleşme. İş güvencesi olmadan, işten atılamayacağını bilmeden bu ülkede özgür gazetecilik olmaz. Bu kadar basit. İşin maddi boyutundan ziyade bu boyutu önemli. Yoksa 10 yıl sonra da aynı mevzuları konuşur, oluruz.


Şu birkaç gündür ziyaretçileri yazamadım. Hayri Kozanoğlu- ÖDP Genel Başkanı, Hukukçular, Tabibler Birliği, Murat Karayalçın ziyaretimize geldiler. Unuttuklarım varsa affola! Anadolu Ajansı hepimiz için karanfil ve tebriklerini yollamışlar. Buradan hiç tanımadığımız meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz. 8 Mart yaklaşıyor. Basında kadın olma, grevde kadın olma vs. gibi kadın cephesinden de sorunları konuşacağız.


Ama yine bu akşamlık bu kadar. Yorgunuz, yarına eylem var. Her cumartesi saat 19:00'da, Taksim meydandan Galatasaray'a sesiz yürüyüş yapacağız. Kendi mesleğine sahip çıkmak isteyen gazetecileri, iktidarlardan bağımsız, özgür basın isteyen herkesi bekleriz.

25 Şubat 2009 Çarşamba

13. ve 14. Gün


Günler ne çabuk geçiyor. Bugün 14. gündeyiz. Oysa bize her şey yeni başlamış gibi geliyor. Nerdeyse 15 gün olacak, sonra 1 ay, sonra belki 6 ay....Bugün Nurdan Gürbilek'in Mağdurun Dili kitabını okuyordum. Acı anlatabilir mi diye bir bölüm var. Oradaki bir paragraf inanılmaz hoşuma gitti. Cümleler kime ait bilmiyorum. Kaynağım Nurdan Gürbilek.

"Herkes birikmiş bizi seyrediyor.
Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada.
Acı çekiyoruz"

Kimi cümleler vardır, üstüne bir söz eklemenize gerek kalmaz. Aslında bu yazıya başlarken ziyaretimize gelen arkadaşlardan bahsetmek istiyordum. Ancak bu cümlelerin üstüne ne yazasam anlamsız kaçacak.

24 Şubat 2009 Salı

11. ve 12. Gün




Bloga her gün yazmaya uğraşıyoruz. Ancak yorgunluk, yoğunluk vs. gibi sebeplerden dolayı; bu yazma işi aksamaya uğruyor. Kısaca belki şu birkaç gün içinde neler yaptığımızı toparlamak iyi olacak.

Her cumartesi günü akşam saat 19'da Taksim meydan da başlayıp, Galatasaray'da bitecek olan meşaleli yürüyüş düzenliyoruz. İlkini bu cumartesi günü yaptık. Sağolsunlar birçok kişi bizi yalnız bırakmadı. Bu yürüyüşün amacı sadece greve destek çıkmak değil. İstiyoruz ki bütün basında çalışan arkadaşlar sessizce basının durumunu protesto etsin. Artık nesne olmaktan çıkıp, olayın öznesi haline gelsinler. Basın çalışanlarının sorunlarını duyurması çok zor, bunun için sessiz yürüyüş yapıyoruz. Sessizliğimiz, durumun vahametini anlatsın diye.


Yürüyüşü tesadüf eseri gören yunanlı gazeteciler ziyaretimize geldi. Türkiye'deki sendikaların durumunu anlatmak çok zor oldu. Orada basında çalışan bütün herkesin ayrı sendikası varmış. Ve toplu sözleşmeleri işverenlerin sendikasıyla yapıyorsun. Sendika grev kararı almışsa, katılmamak gibi bir durum asla söz konusu değil. Bu yüzden bizim grevde sendikalı olanlar nasıl katılmazlar sorusunu sorup durdular.
Sendika orada aynı zamanda bir meslek örgütü gibi çalışıyor. Sendikaya üye olmak için iş kolunda 3 yıl çalışmak zorundasınız. Bu birkaç fark bile bizim durumumuzun vahametini ortaya koydu. Anlatmak için çok uğraştık, umarım anlamışlardır. Hele sendikalı olduğu için birinin işten atılmasını asla anlayamıyorlar. Orada sendikalı olmamak bir ayıp, işveren de bunu istiyor.


Velhasıl şimdilik bolca avukatlarla görüşmeyle geçiyor. Emsal oluşturacak davalardan biri, bizim dava. Aynı zamanda gazeteci arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmıyor. Ziyaretçi akını devam ediyor. BEKSAV'a destekleri için teşekkür ediyoruz.


Güzel günler göreceğiz, çocuklar; şairin dediği gibi.... Bu cümleyle uzunca zaman sonra yeniden inanmaya başladım.

22 Şubat 2009 Pazar

10. gün tebessümü

Grevimizin onuncu gününde, hak hukuk adalet borazanı öttüren kalemlerin sessizliğini tebessümle izliyoruz.

20 Şubat 2009 Cuma

8.Gün


Bugün grevdeki 8. günümüz. Mümkün olduğu kadar, atlamadan her günü yazmak istiyoruz. Ziyerteçilerimize geçmeden önce bağımsız haber portalı Biz Haberiz'deki linki eklemek istiyorum. Çünkü Saim Tokaçoğlu 29 yıl önceki grevi ve şimdiki grevin fotoğraflarını çekmiş. Çok güzel bir karşılaştırma olmuş.


Havalar hâlâ güzel. İlk günler hariç soğukla pek bir derdimiz yok. Doğa koşulları şuanda en büyük rakibimiz. Bunun dışında sıkıntımız yok.


Bugün PEN Yazarlar Derneğinden, Yeşiller Partisi'nden ziyeretimize geldiler. Ayrıca Ufuk Uras ziyaretimize geldi. Nedense milletvekilllerinin kalablık bir grup olarak yürümelerine alıştığımızdan onun tek başına, çantasıyla gelmesi bizi hem çok mutlu etti, hem de şaşırttı. Saat 4 gibiyse meslektaşlarımız olan Sol Dergisi çalışanları ziyaretimize geldi. Akşam Hava- İş bizim için bir dayanışma yemeği düzenledi. Onlarında durumları karışık. THY ile problemler devam ediyor. Türkiye'de işverenin sendikalara bakışı nasıl düzelecek, bu işleri dmeokratik bir ülkede olması gereken düzeye nasıl getirceğiz bilmiyoruz. Ama her an THY'de de bir grev patlayabilir.


Son olarak bu süreçte hep yanımızda olan Express Dergisine'de teşekkür etmek istiyoruz. Bizi şu cümlelerle kapak yapmışlar:


29 yıldır olmayan oldu:

Medya çalışanları greve çıktı

EN GÜZEL 10'LU

19 Şubat 2009 Perşembe

7. gün ve işsisiz

Bugün grevin 7. günü ve işsiziz. İnsan kaynaklarından avukatımıza yapılan açıklamaya göre noter kanalıyla bize iş aktimizin fesh edildiği bildirilecekmiş. Yalnız işin komik tarafı kimse bize adres vs. sormadı. ben işe başlarken hangi adresteydim, hatırlamıyorum.

İkincisi isim kullanmadan kimi yazılarda eleştiri yazan bir arkadaş var. Galiba biz bu grevin sebebini pek anlatamadık. İnsanlar sanıyorki sadece ekonomik sebeplerle bu yola çıktık. Oysa bu en son sebeptir.

Biz bu grupta çalışan, işsiz olmayan (şuan işsiziz) kendi isteğiyle greve çıkan, işi bırakan, işten atılmayı göze alan insanlarız. Sendikanın basın gibi bir işkolunda daha aktif görev alması gerektiğine inanıyoruz. Bu hem örgütlülüğün çalışana güç katmasıyla hem de gazetecilerin kendi mesleğine sahip çıkmasıyla alakalaı. Bu yüzden öncelikle sendikayı önemsiyoruz. İşverenin sendikaya karşı olumsuz tutumudur bizi bu duruma getiren. Şimdi bu bile basına nasıl baktığımızın göstergesidir. Israrla böyle bir kuruluşta nasıl çalışıyorsunuz diye sorulmasını ise garip buluyorum. Burada çalışıyor olmamız köle olduğumuzu göstermez. Bir her zeminde editöryal bağımsızlığın bu ülkenin olmasa olmazı olduğunu dile getiriyoruz.

Toplu sözleşmenin buradaki kilit noktasını açmak gerekiyor. Karnı doymayan hiçbir insandan demokrasi, tarafsız basın, doğru düzgün gazetecilik bekleyemezsiniz. Maslow'un hiyerarjisine ve bilime ters her şeyden önce. İlk önce doğru düzgün maaşlar ve iş güvencesi geliyor. Bu sayede gazeteciler şu haberi yaz diye genel yayın yönetmenine patronuna karşı çıkabilecek. Çünkü bir kalemde genel müdürün onu işten atamayacağını bilecek.

Velhasıl biz ölü olan toprağı eşelemeye çalışıyoruz. Yaptığımız çok küçük bir adım. Öyle kendimizi kahraman vs hissetmiyoruz. Sadece bu olayın başka kapıları açmasını ve basınımızın, kitle iletişim araçlarının manipüle etmeden doğru düzgün habercilik yapmasını istiyoruz.

Bugün Disk Genel Başkanı Süleyman Çelebi ziyaretimize geldi. Yarın yoğun bir trafik var. Ufuk Uras, PEN; Yeşiller Partisi ve Sol Dergisi çalışanları ziyaretimize gelecek. Bu ziyaretlerin garip, hoş, duygusal bir etkisi var. Hiç tanımadığınız insanlarla konuşup, onların deneyimleri hakkında da bilgi ediniyorsunuz. Ayrıca süreci ve bizi merak eden, konuşmak, tartışmak isteyen herkes balmumcu'ya gelebilir. Kapımız pardon kapımızın önü herkese açık:))

Vicdanın çöp sepeti

Bugün grevin yedinci günüydü. Sefaköy'de hayat her zamanki gibi durgundu. Kafeterya çalışanları bir haftadır olduğu gibi "insan"dı.
İtiraf etmeli ki, bu işin en yorucu yanı sürekli gelene gidene laf anlatmak.
Geçen cumaya kadar göz göze gelince gülümseştiğimiz, bazen hal hatır sorduğumuz güvenlikçilerle aramızda artık "değişik" bir ilişki var. "Kompleks"e giriş çıkış sırasında selam verirken tereddüt ediyorlar. Grev gözcüsü önlüğü giymemizi anlamlandıramadıkları belli oluyor.
"İyi insanlara benziyorlardı. Meğer komünistlermiş" mealinde bir ifade var bakışlarında. Zamanla "komünistlerin de iyi insanlar olabileceğini" düşüneceklerine dair bir ümit taşıyorum.
Ben de, biz de bu greve birbirimizden ziyade kendimizle konuşa konuşa çıktık galiba. Yolda yürürken, gece yastığa başını koyarken, uykuya dalarken, metrobüse binerken, metro merdivenlerinden gün yüzüne tırmanırken, kırmızı ışıkta beklerken...
İnsanın kendisini karşısına oturtup "söyle bakalım" demesi önemli.
Hayatın, hayatının gerçeklerini ölçmesi biçmesi... Çocukluktan insanlığa geçerken vicdanında biriktirmeye başladığı "is"in ruhunu nasıl da kirlettiğini itiraf etmesi, edebilmesi...
Ve bu "is"le yaşamaya bir son vermeye karar vermesi...
Çok önemli.
Grevdeyim diye kendimle gurur duymuyorsam nedeni var.
Kendime hesap veriyorum şu an ben.
Bundan iki yıl önce, aynı Sefaköy kompleksine, Coca Cola işçilerini beni işe getiren servisten izleyerek girdiğimi ben biliyorum.
Öncesinde, sonrasında neler hissettiğimi ben biliyorum.
Kimse değil.
Vicdanımda biriktirdiklerim rahatsız ediyordu artık beni. Yüreğimi sıkıştıracak kadar. Düşününce kendimden utandıracak kadar.
Vicdanımın "is"i ruhuma ağır geliyordu artık.
Suskun kaldığım zamanları açıklamak için kendime borçluydum.
Kimseye değil.
Ben bu greve kendime hesap verebilmek için çıktım.
Kimseye değil.
Zira vicdanın çöp sepeti yok.

gazetelerden
















18 Şubat 2009 Çarşamba

Kravatlı köleler

Bugün hava daha az soğuktu. Durduğumuz yerde daha az zıpladık. Soba da geldi.
İşveren bugün de bizi ihraç ettiğine dair şahsımıza açıklama yapmadı. Gücüne güvenen burnu büyük bir sevgili gibi davranıyor.
Yaptığımız yasal değilse bina önünden bizi niçin süpürmüyor?
Süpürmüyor.
Çünkü süpüremiyor.
Sermayenin sahibini anlıyorum. Dünyanın girdiği ama mutlaka çıkacağı ve çıktığında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı şu türbülans anında çıkarlarını gözetmeye bakıyor. O adaletsiz olmak zorunda hissediyor kendini. Paranın çarpık ahlakı onun adalet ibresini şaşırtıyor.
Ama ya onun maşaları?..
Şoförlerinin dikiz aynasında saçlarını düzelten kravatlı köleler?..
Onlar bu zalimliği niçin yapıyor?
Görünür ve görünmez iplerle bağlandıkları efendilerinin, boyun bağlarını kötücül kahkahalarla daralttığını görmedikleri için mi?
Yoksa bundan hoşlandıkları için mi?

6. gün ve işsiz olup olmadığımız bilmiyoruz.





Bugün grevin 6. günü. Neler olup bittiğini yazamadan önce, şurada- haber sen'in sitesinde gözüme ilişen 10 soruda sendika yazısını eklemek istedim. Neden örgütlenmemiz gerektiğini anlatıyorlar. Hele örgütlenme kelimesini farklı anlamlarda anlayan güzel ülkemde.


Bugünün farkı dün akşam işten atıldığımızı öğrenmemizdi. Hepimizin üzerinde bir şaşkınlık. Bize işten atıldığımız tebliğ edilmedi. Biz bunu bir internet sitesinden öğrendik. Herahlde tebliğ ederler diye beklemeye başladık, ses yok. Konuyu anlattığımız sıradan biri bile grevdeki işçiyi atmak suçtur, atamazlar dedi. Velhasıl hâlâ öğrenemedik. İşten atıldık mı, atılmadık mı? Bu duruma gülmek mi, ağlamak mı gerekiyor; bilemiyoruz. İşveren tüm çabalarımıza rağmen bu konuda bilgi vermedi.


Bugünkü ziyeretçilerimiz arasında Akın Birdal ve Sabahat Tuncel vardı. Çok ilgili ve sıcaklardı. Ayrıca sık sık gelerek bize destek veren ve bu işi gönüllü yapan Grup Bandista'ya özel bir teşekkür etmek istiyoruz. Çok iyi bir grup olduklarını da dipnot olarak düşeyim. Yorumlarınıza cevap veremiyoruz arkadaşlar. Lütfen bu yüzden kızmayın, çünkü grevdeyiz ve internetimiz yok:)))



Hep yazdığımız gibi, kararlıyız ve coşkumuz tüm hızıyla devam ediyor. İster 1 yıl ister 10 yıl; farketmez. Bu grev Turkuvaz Grubunda devam edecektir.




17 Şubat 2009 Salı

5. gün ve işsiziz.

Bugün grevin 5. günü. Aynı coşkuyla devam ediyor. Sürekli ziyarete gelenler, fotoğraf çektirenler, röportaj yapanlar mevcut. Aynı zamanda alternatif medya seçeneklerinin güçlü olduğunu görmek de bizi mutlu ediyor. Her gün Balmumcu'daki Sabah- Atv binasının öünde 12.30'da kalabalık bir kitle sesimize ses katıyor. Bunlar işin güzel yönleriyken, aynı zamanda güzel ülkemde yeniden bir hukuksuzluk yaşandı. İşveren yani Turkuvaz A.Ş iş aktşmizi feshetti. Türkçesi işten atıldık. Eeee ne var bunda, her gün kriz bahanesiyle binlerce kişi işten atılıyor diyenler olabilir. Elbetteki, ancak grevdeki bir işçinin atılması TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI'NA göre suçtur. Öne sürülen, bizim işten atılmamızın sebebi mahkeme kararıyla çürütülmüş. Kısaca olay şu: Turkuvaz Grubu ısrarla toplu sözleşme hakkını sadece ATV'den kazandığımızı öne sürmekte. Oysa bizim gruptaki gazeteler, dergiler, sabah, atv hepsi Turkuvaz çatısı altında birleşiyor. Daha önce de buna itiraz etmişlerdi. Elimizde mahkeme kararı olmasına rağmen, bizim hukuksuzluk yaptığımızı söyleyerek işten çıkarıldık. Üstelik eğer hukuksuzluk yaptıysak bunun yine bir mahkeme kararıyla belirlenmesi lâzım. Ancak yine kırık dökük demokrasisiyle yürümeye çalışan güzel ülkemde bu pek mümkün değil.

Velhasıl şuan için işsiziz. Biz işler mahkeme dökülmeden, masa başında halledilsin istedik. Buna rağmen yapılan şeyler sadece bizim hırsımızı kamçılıyor. Değişen bir durum yok. Greve devam ediyoruz. Hatta şuandan itibaren bizim gruptan işten atılan bütün arkadaşlarla beraber devam ediyoruz. İster sendikalı, ister değil. Aynı şekilde işten atıldığımızı duyan bir sürü arkadaş da sendikaya üye olmaya başladı. Herkesten istediğimiz tek şey, bu usulsüzlüğe katılmamaları.

Toplumsal vicdanımızın olmadığını yazmıştık, bireysel vicdanımızın henüz ölmediğinin göstergesidir bunlar. Ayrıca AB uyum yasalarına imza atan Türkiye'de sendikasız işçi çalıştırmak suçtur. 2 yıla kadar sendikasız çalışan işyeri kalmayacaktır.

Bizim davamız Türkiye'nin demokrasi sınavı. Ve ancak AİHM paklar:)))

16 Şubat 2009 Pazartesi

Grevde 4. Gün

Bu blogu grev güncesi gibi düşünerek kurduk. Çünkü aynı zamanda hepimiz sırasıyla duygularımızı yazalım istiyoruz. Grev hakkında sağlıklı bilgi Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın web adresinden de alınabilir.

Bugün 4. gün. Henüz neler olup bittiğini anlamaya pek fırsatımız olmadı. Yoğun geçiyor. Birçok iş kolundan ziyaretçiler, yoğun bir mail trafiği ve beyin jimnastiği ile geçiyor. Aynı zamanda basından arkadaşlarımızda ellerinden gelen desteği veriyorlar. Kimi kek getiriyor, kimi neler yapabilirizi soruyor. Hiç ummadığımız kişilerden bu destek gelirken, asıl destek beklediklerimizden nedense ses çıkmıyor. Belki zamanla onların isimlerini de buradan konuşmaya başlayabiliriz. Tabii ki dışarıdaki bu konularla hiç alakası olmayan insanlarında düşüncelerini merak ediyoruz. Bugün günceye yazan bir kadın "Bu işlere karşıyım. Ancak herkes hakkını almalıdır" demiş. Çok hoşumuza gittik. Kilit nokta bu. Haklarımız için böyle bir şey yapıyoruz. Bizim haklarımız ve sizlerinki için. Basın çalışanları artık toplu sözleşme ve sendikayla birlikte mesleklerine sahip çıkmalıdır.

Velhasıl çok yorgunuz. Bugünlük bu kadar:)

fotoğraflar



Grevin ilk günü

Cuma günü ömrü hayatımda en garip günlerden biriydi. Galiba aynı zamanda büyüyoruz. Bu yaşla alakalı bir durum değil, üstelik. Bu tanımakla ilgili. Cuma günü grevin ilk günüydü. İnsanların grevde olup olmadığını, çıkıp çıkmayacaklarını anlamanın yolu sabah işyerlerine girmemek; grev pankartı asılırken orada olmaktı. Sabah geldi, bir gün önce greve çıkacak olan, çıkacağını düşündüğümüz kişiler yoktu. İlk etapta galiba hissedilen şey kızgınlık...Bu kızgınlık bir süre sonra yerini kırgınlığa bırakıyor. Cesur olmalılardı diyorsunuz. Hele o gün şirkette sıkıyönetimin ilan edilemsi, herkese (yine anayasaya aykırıdır) greve çıkmayacağına dair kağıt imzalatılması, insanların sizinle gözgöze gelmekten korkması...çok acayip duygular bıraktı üstümüzde. Çünkü doğru olduğuna inandığımız şeyi yaptık. Bundan sonuç alırsak çok mutlu olacağız. Ama alamazsak bile değişen bir şey olmayacak. Çünkü dediğim gibi hayata karşı duruş noktasında hepimiz inandıklarımız doğrultusunda hareket ettik. Gerisi insanoğlunun ayıbıdır.

Biz Kimiz


Sanırsam bloga ilk olarak kim olduğumuzu tanıtarak başlamak gerekiyor. Yoğunluktan buna ancak fırsatımız oldu. Yaklaşık olarak 2 yıldır Sabah- Atv ve Sabahın dergi gruplarında sendikal faaliyetler devam ediyor. Çoğunluğun sağlanması sonucu işverenle birlikte toplu sözleşmeye oturuldu. Ancak Çalık grubu toplu sözleşmenin sadece 22 maddesinde anlaşıldı. Sonrasında süreçte iş ilk önce arabulucuya gitti. Yine sonuç alınamadı. Bu esanada sendikalı arkadaşlar işten atıldı. Daha sonra grev kararı asıldı, yine sonuç yok. Çalık grubu gazetecilerin greve gideceğine, gidebileceğine inanmıyordu. Bütün görüşme talepleri sonuçsuz kalınca greve gidildi. Grev tarihi 13 şubat 2009'dur. Grevin ne kadar süreceği ise tamamiyle Sabah- Atv- Aktuel ve Cosmopolitan gibi Türkiye'nin tanınmış dergilerinin de sahibi olan Çalık Grubuna bağlı. Çünkü hep dediğim gibi Türkiye'nin en deli insanlarına çattılar.


Birincisi bu zamana gelinceye kadar sendikal ayrımcılık yaptılar. Sendikalı olan insanların telifleri kesildi. Sürekli işten atılmayla tehdit edildi. Üstelik insanlarla pazarlık yapıldı. Sendikadan ayrılın, şu kadar maaş vs. gibi. Bu bile tek başına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre suçtur. Dergilerin Genel Müdürü Levent Tayla hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Mahkemesi önümüzdeki günlerde devam edecek.


Bu grev ve bu zamana kadar olan herşey Türkiye'nin demokrasi sınavı aslında. AB uyum yasalarına imza atan hükümetimiz sendikasız işçi çalıştırmanın suç olduğunu da imzalamış bulunuyor. Bu demek ki 2 yıla kadar sendikasız işçi klamayacak. Durum buyken olanlar için sadece traji komik demek geliyor, elimizden.


Şimdilik durumumuz bu. Hep beraber gelişmeleri göreceğiz.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Utanın be..

IV. Kuvvet Medya yazarlarından Ümit Otan'ın grevdeki basın çalışanları ile ilgili yazısı. Geline süreci pek bir güzel anlatmış.

Sabah-Atv grubunda tarihinde ilk kez sendikal örgütlenme başarılıyor. Sesiniz
çıkmıyor. Grev kararı alınıp asılıyor, yine “tık” yok. Greve çıkılıyor.
Sessizlik sürüyor.
Her konuda mangalda kül bırakmayanlar; bu sessiz ve
vurdumduymazlığınızın nedenlerini artık herkes biliyor. Bir de utanma duygusu
diye bir şey var, unuttuğunuz. Utanın be…
Görmezden geldiklerinizin
çetelesini tutmak neredeyse olanaksız hale geldi. “Mıç mıç” ilişkileriniz, “boşa
atışlarınız”, “linç ayinleriniz”, mide bulandırıyor. Şu kısacık ömür, onca
utanmazlığa, sıkılmazlığa değer mi?
Utanın be…
Bir medya patronunun
ortalığa kötü kokular salan ilişkileri sizi hiç ilgilendirmiyor.
Toprağın
altından kurşunlanmış kafatasları, silah depoları fışkırıyor, siz savcılarla,
hakimlerle uğraşıyorsunuz.
Patronunu savunmak için harikalar yaratan
“cengaverler”, arkadaşlarının sendikal örgütlenmesi karşısında süt dökmüş kedi
oluyor.
Bu halinizle mi “haberciliği” sürdüreceksiniz?
Bu örgütsüz,
perişan halinizle mi demokrasi, insan hakları ahkamı keseceksiniz?
Bu
halinizle mi hala gazeteci kimliğinizle ortalıkta dolaşacaksınız?
Arkadaşlarınız grev gömleklerini giymiş kapıda bekleşiyor.
İşyerlerinde
bir ilki yaşama geçiriyorlar.
Siz de tüm zavallılığınızla gözlerinizi
kapatıp başka tellerden çalın.
Verilenle yetinin, atılma korkusunun
girdabında soluksuz kalın.
İnternet, yazılı basını etkiler miymiş?
İnternet olmasaydı Sabah grevini gazetelerinizden öğrenemeyecektim.
Bu
utanç size yeter mi?
Ümit Otan

Neden

BİZ SABAH-ATV VE DERGİ GRUBU ÇALIŞANLARI OLARAK

*1980 DARBESİ'NDEN SONRA TÜRK BASIN TARİHİNDE BİR İLKE İMZA ATIYORUZ...

TARİH YAZMAYA KARAR VERDİK...
KARARLIYIZ....ARTIK TEHDİTLERE BOYUN EĞMEK İSTEMİYORUZ...
KARARLIYIZ...ÇÜNKÜ UYGAR ÜLKELERDEKİ DİĞER MESLEKTAŞLARIMIZ GİBİ MEDENİ ŞARTLARDAÇALIŞMAK İSTİYORUZ....
KARARLIYIZ...ÇÜNKÜ BUGÜNE KADAR GAZETECİLERİN GASPEDİLEN HAKLARI ARTIKGASPEDİLMESİN İSTİYORUZ...
BU NEDENLE...13 ŞUBAT 2009 CUMA GÜNÜ SAAT 11.00'DE ATV-SABAH GAZETESİ BALMUMCUBİNASI ÖNÜNDE GREVE ÇIKTIK...
VE SİZE SORUYORUZ...YANIMIZDA OLUR MUSUNUZ?

TURKUVAZ MEDYA GRUBU ÇALIŞANLARI(ATV-SABAH-DERGİ GRUBU)

* Türk Basın Tarihi'nin son grevi 12 Eylül 1980'de darbe ile sona ermişti.