10 Temmuz 2009 Cuma

Fotoğraf




Bazen çok birşey anlatmaya gerek kalmadan, fotoğraf sizin yerinize konuşuyor. Bazense bir fotoğrafı anlamakiçin sizinkonuşmanız gerekiyor. Bir cumartesi yürüyüşümüzden Bahar Çelik imzalı fotoğraflar.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Dünya Genç İşçi Buluşması



28 haziran- 5 temmuz tarihleri arasında İzmir Seferihisar'da gerçekleşen Genç İşçi Fetsivali'ne bizden de 2 arkadaş katıldı. TÜRK-İş ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş, Dev-Sağlık-İş, Genç-Sen, Genel-İş, Hava-İş, Koop-İş, Limter-İş, Oleyis, Petrol-İş, Sinesen, Tekgıda-İş, Tez-Koop-İş, TGS, T.Maden-İş Sendikaları ve Toplumsal Araştırma ve Eğitim Merkezi (TAREM) tarafından düzenlenen Dünya Genç İşçi Buluşması, deneyimlerin paylaşılması ile sona erdi.


Ağırlıklı olarak atolyelerin olduğu şenlikte, farklı iş kollarında ki birçok insan deneyimlerini paylaştı. Sonuçta iş kolu, çalışılan yer ve sektör değişse bile yaşanılan süreç hep aynı. Patron sendikayı istemez, en başta sendikalı olanları işten atar, sonra tehditlerine başlar. Bütün bu hikayeleri duyduğumda ise aslında güzel ülkemin neden yalnız olduğu da bir kez daha açığa çıktı. Sürekli bir ötekileştirme, sürekli korku toplumu yaratma. Sokaktaki insanın bile sendika lafından korktuğu bir ülkede çok da yazılacak cümle yok. Hep bir korku hali ve hep bir düşman var. Bu yüzden de ortak dil tutturmak, uzlaşmak yerine kavga seçiliyor. Uzlaşma ise Toktamış Ateş gibi elele fotoğraf çektirmek değildir. Adalet üzerinden ancak bu ortak dil yaratılabilir.


Kustarica nın dediği gibi "kardeş kardeşi vurmadıkça asla savaş yoktur."



.

13 Haziran 2009 Cumartesi

Cumartesi Yürüyüşleri

Her cumartesi günü saat 19'da Takism meydandan başlayıp Galatasaray'da bitirdiğimiz bir yürüyüş var. Yaklaşık 16 haftadır yürüyoruz. Ancak son 2 haftadır polisin engellemsi ile karşılaşıyoruz. Bahaneler klasik. Biz size şimdiye kadar ihtimam gösterdik, bundan sonra yok. Kısaca yürütmeyeceğiz diyorlar. Dünyanın her tarafında yürüyüş yapmak sonrasında basın açıklamasını okumak serbest. Ama güzide yurdumda yassakk. Kısa ve öz yassaakk. 2 haftadır oturma eylemi şeklinde bu yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Önümüzdeki hafta ise ne olacak hiçbir fikrim yok. Yürüyeceğiz- yürümeyeceğiz tartışması komik. Aynı zamanda bir iktidar kavgasını getiriyor. Bakalım zaman ne gösterecek.

Bu cumartesi yani 13haizran 2009 günü, 121. günde okuduğumuz basın bülteni şöyleydi:

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), 2008 yılına dair sendika hak ihlallerini açıkladı.
Rapora göre Türkiye; sendikal ayrımcılık konusunda dünya sıralamasında birinci.
Kısaca Türkiye, sendika düşmanlığı konusunda dünya rekorunu kırmış bir vaziyette.
“Türkiye'de özel sektör işvereninin, kanunları göz ardı ederek sendikaları zayıflatmak ve yok etmek için işçileri işten çıkardığı" cümlesi de bu raporda yer aldı.
Yine rapora göre 11 milyon çalışanın sadece 1 milyonu toplu sözleşmeye sahip.
Raporda bir başka dikkat çekici husus da: Türkiye, yasal haklarını kullanan sendika temsilcilerini, cezaevine gönderen 9 ülkeden biri.
Sendikalı olmanın suç sayıldığı, sendikalı çalışanların işten atıldığı ve en temel hak olan örgütlenme hakkının yok edilmeye çalışıldığı hepimizin bildiği gerçekler.
Türkiye’nin bu kırık dökük demokrasisinden biz sabah-atv çalışanları da payımıza düşeni aldık.
400 kişi olarak başladığımız bu mücadele baskılar sonucu 100’lere kadar düştü ve greve ancak 10 kişi çıkabildik.
10 kişi ile başladığımız bu grevde ise her gün biraz daha çoğaldık, güçlendik.
Sizler, en başından beri yanımızda yer alarak, adeta bizimle beraber grev yaparak bize güç verdiniz.
Krizi fırsat bilen patronların haklarını gasp ettiği direnişçi işçilerin de katılımıyla artık ‘korkulur’ bir güç halini aldık.
İşçilerin birliği, öyle bir boyuta geldi ki, polis geçen hafta artık ortak bir direniş eylemi haline gelen yürüyüşümüzü engelledi.
Buna gerekçe olarak aramızdaki Eğitim Sen ve ESP üyeleri ile Yıldız Üniversitesi’nde eğitim hakları engellenen öğrencileri gösterdiler.
Yürüyüşümüze engel olanların gerçek niyetleri ortada...
Ama unuttukları bir şey var.
Biz grevin başından beri her adımımızı bu dostlarımızla birlikte attık.
Onlar bizi 4 aydır hiç yalnız yürütmediler.
Biz de bundan sonra asla onlarsız yürümeyeceğiz.


7 Haziran 2009 Pazar

114.gün


Günler bu kadar hızlı geçerken haliyle bloga yazacak konu bulmak da zorlaşıyor. Aslında zorlaşıyor değil de, sanki hep aynı şeyleri söylüyormuşuz gibi bir duygu yeşeriyor.


Dün 114. günümüzdü. Bununla beraber yargı da grevi yasallığını onayladı ve işe iadeleri kazandık. Ancak Türkiye'deki işe iade davalarının yanlışlığı şurada: Davayı kazansanız bile seçimi patrona bırakıyor. Ya bu insanları işe alırsın ya da tazminatlarını öder gönderirsin diyorlar. Bu da yargının bir başka yanlışlığı. Seçim hakkı işten atılan kişi de olmalı. Biz davayı kazandık. Ancak buna itiraz ediyoruz. Aynı şekilde grevdeki birini atmak suçtur yazan anayasa mahkemesinin Çalık grubuna cezai yaptırım uygulamasını istiyoruz. İş sadece tazminat kazanımına kalırsa Türkiye'deki bütün hak arama çalışmaları başlamadan biter. Bakalım zaman ne gösterecek.


Sabah-Atv gurubunda sendikal örgütlenmeyi ilk başlatan ve bu yüzden işine son verilen 3 arkadaşımızda davalarını kazandı. Yargıtay onayladı, bu sonucu. Bu arkadaşlardan biri olan Cengiz Erdinç'in 114. gün dolayısıyla okuduğu bildiriyle yazıyı bitirelim.


Bizler gazeteciyiz…

Gazetecilik, işgal altındaki bir ülkenin vatandaşlığına benzer… Sürgüne gidersiniz, işbirliği yaparsınız ya da direnirsiniz…

Bizler direnmeyi seçen gazetecileriz…

Bizim ülkemiz, bizim kalelerimiz insanların özgür zihinleri, özgür vicdanları…

25 Mayıs 2009 Pazartesi

100.Gün


23 mayıs cumartesi günü grevdeki 100.günümüzdü. Ben nedense 100. günü görmeden bu işin sonuçlanacağına inanıyordum. Ancak bu işler pek inanç üzerinden yürümüyor. Şimdi ise 300'lü günlere hazır olduğumuzu hissediyorum.


Cumartesi günü saat 15:00'te Balmumcu'da Atv- Sabah binasının önünde buluştuk. 100 dakika oturma eylemi yaptıktan sonra Taksim'e doğru yürüyüşe geçtik. Güzergâh uzundu. Yıldız posta caddesi, Mecidiyeköy, Şişli, Taksim hattından ilerledik. Tek sıra yaptığımız bu yürüyüşlerde gazete dağıttık. Keyifli ve yorucu bir yürüyüştü. Buna rağmen katılım gösteren herkes hiç sızlanmadan, söylenmeden, yürüyüşü bırakmadan devam ettiler. Taksim'e varınca îlk önce Bandista'nın şarkılarıyla coştuk. Sonra BATİS (Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası) üyesi işçilerle buluştuk. TKP'nin de katılım göstermesiyle yürüyş devam etti. Galatasaray'ın önünde açıklamalarımızı yaparak dağıldık.


Katılan herkese teşekkürler. Bizi yalnız bırakmadılar. Üzerimizdeki ölü toprağı hep beraber silkeledik ve hep bir ağızdan: "Direniş var, yılgınlık yok" dedik.

25 Nisan 2009 Cumartesi

72. Gün


Her cumartesi saat 19'daki yaptığımız yürüyüş devam ediyor. Bu hafta 10.'sunu gerçekleştireceğiz. Bizi sürekli takip eden, yürüyüşümüze gelen 200 kişiye yakın bir kitle var. Bazen bu sayı daha az, bazense daha kalabalık oluyor.


Günler hızlı bir biçimde geçerken, Taraf Gazetesi ile ilgili yazdığımız sansür yazısından sonra Taraf vicdanını temize çekmeye çalıştı. Kısacık bizle ilgili bir haber yapmışlar. Bana komik geldi, gülüp geçtim.


Yedinci Paket diye bir oluşum var. Sivil bir insiyatif diyebiliriz. Önerileri ve talepleri gayet somut, acilen gerçekleştirilmesi gerekn talepler. Web sitelerine bir göz atın. Hatta üşenmeyin, imza kampanyalarına katılın.


Bugünlük de bu kadar:))



Fotoğraf: Serra Akcan


13 Nisan 2009 Pazartesi

60.Gün

Başlığı yazınca gülme krizine tutuldum. Aklıma 32. gün geldi. Felaket tellalcısı gibi günleri sayıyorum. İlk günler bu sayım işlemi heyecanlıydı. 3 gün oldu- 10 gün oldu gibi. 1 aydan sonra ben de kayışlar koptu, hal böyle olunca sayma işlemi de rafa kalktı. Sayılar artıkça büyük bir ihtimalle günler de karıştırılacaktır. Gerçi bizim Balmumcu'da sayacımız var. Orada şaşırmak mümkün değil.

Geçen hafta Sunay Akın ziyaretimzie geldi. Grev günlüğümüze yazdıkları çok güzel. Kısaca eskiden gazetelrin başında yazarların olduğunu; şidmiyse yazarkasaların olduğunu söylüyor. Samimi ve güzel bir buluşmaydı.

60. gün hayırlı uğurlu olsun. 300'lü günleri bakalım görecek miyiz?

12 Nisan 2009 Pazar

Haber Alma Hakkı


Yazmayalı uzunca bir zaman oldu. Oysa bir sürü gelişme oldu bu süreçte. Ancak insanın içinden yazmak gelmeyince ne yapsan boş. Aynı şeyleri blog işi üzerine kalan ben de yaşadım.


Birincisi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti grev dolayısıyla bize dayanışma ödülü verildi. İkincisi 10 nisan'da töreni yapılan Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleriydi. Dayanışma ödülü sabah- atv'de greve çıkan 10 gazeteciye verildi. Bizim için gurur verici, hüzünlü ve heyecanlıydı. Çünkü oğlunu kaybetmiş bir anneye yeni baştan o süreçleri hatırlatmak...Ancak Fadime Göktepe oğluyl ane kadar gurur duysa azdır. Çünkü bugün birçok kimse onurlu gazetecilik denildiğinde görevi başında öldürülülen Metin Göktepe'yi anımsıyor. Düzenin bu kirli çarklarında yok olup gitmeyen biri. Bu hayata çok erken gözlerini yumdu. Ancak kamuoyu onu unutmadı- unutturmadı.


Ödül töreninin garip başka bir yönü de Umur Talu'ya verilen ödüldü. Aynen şöyle diyordu, ödül komitesi. "Kendi gazetesinde grevi yazma cesareti gösteren tek gazeteci olduğundan ve toplumun çeşitli kesimlerinin sorunlarına köşesinde yer verme duyarlılığı gösteren Umur Talu'ya onur ödülü verilmiştir. " Buraya kadar problem yok, var da şimdilik konumuz o olmadığından geçiyorum. Asıl komiklik bundan sonra başladı. Ödülleri birçok gazete, internet istesi yayınladı. Ancak sansürleyerek. Hem ödül komitesinin Umur Talu ile ilgili söyledikleri; hem de bizim aldığımız ödül. Misal Haber7. Bütün ödül alanları açıklamış, ama haberde biz yokuz.


Yine medyatava'nın haberinden öğreniyoruz ki, sabah gazetesi de bizi sansürlemiş. Hadi sabahtan bekliyorduk da, haber7'e ne oluyor çok anlamadım. Yandaş medya olamazlar, çünkü onların yeri çoktan kapıldı.


Velhasıl benim de artık bir sansürüm var. Acilen medya okuryazarlığı dersine toplumca ihtiyacımız var. Bu sayede hiçbir haberin kişinin insiyatifi doğrultusunda değiştirilemeyeceğini, sansürlenemeyeceğini, haber alma hakkının teml hak olduğunu öğreniriz.


NTV ise özel bir teşekkürü hak ediyor. Hem internet istelerin de hem de televizyon haberlerinde hiçbir sansür uygulamadan haberi verdiler. Doğru düzgün haber yaptığı için teşekkür etmek ise sanırsam sadece bizim gibi 3. dünya ülkelerine ait bir şey. Ne üzücü, ne acı.


Sansürlenen haber doğrusunu okumak isteyenler için: NTV'de.

19 Mart 2009 Perşembe

Anneler çocuklarını arıyor


Yazıya başlarken ki niyetim; neler olup bitttiği hakkında bilgi vermek, Grup Yorum'un yarın 12:30'da Sefaköy'de derigelrin bulunduğu yeri ziyaret edeceğini eklemekti. Ancak olmadı. Cumartesi Annelerine ilişkin bir yazıya ilişti gözlerim. Kaç yıl oldu, bilmiyorum. Yıllardır bu ülkede anneler çocuklarının cesedini arıyor. Cümleyi yazarken bile ürpermemek mümkün değil. Anneler çocuklarının bir mezarı olsun istiyor. Belki ayda bir, belki senede bir ziyeret edebilecekleri bir mezar. Anneler insan olmanın en temel hakkını soguluyor, yaşama hakkını. Oysa suçlu mu değil mi bilmeden bu ülkede binlerce insan faili meçhulle kayboldu. Faili meçhul, bilinmiyor. Gerçek bu değil oysa. Gerçek sadece görmek isteyenler için var. Bu halk gereçeği görmek istemediği gibi, devlet de görmek istemiyor. Kabul etmek istemiyor yüce devletimiz. Failleri meçhul, katilleri bilmiyoruz diyor. Bulmak için de çabalamıyor ama.


Gazetede çıkan bir fotoğrafı hatırlıyorum. Yakın zamandaki bir fotoğraf. POAŞ kuyularının yakınlarında bir sürü insan. Kuyuyu işaret ediyorlar, çocuklarımız orada diyorlar. Bir zamanlar Diyabakır'da falanca yola ölülerin gömüldüğü söylenirdi. Kulaktan kulağa yayılırdı bu dedikodular. Çünkü bunu sesli dile getirmek bile bir suçtu. Bir petrol kuyusunda oğlunun olduğunu düşünüyor, bir anne. Başka bir baba kemikleri dahi olsa bulmaya razı. Aklıma Mevlana ile Şems-i Tebriz'in hikayesi düşüyor. Öldürüp attıkları kuyuya bakamayan Mevlana'yı. Şimdiyse kapitalizmin tüketim nesnesi Mevlana. Bir yazar, bir ülke onun üstünden para kazanıyor.


Her cumartesi anneler bu ülkede çocuklarının cesedini arıyor. Ve ben bu cümleyi yazarken bile zorlanıyorum. Yazıya 29 yaşında hayatına son veren Zafer Karabey'in intihar etmeden önce bıraktığı mektuptaki bir dizeyle son verelim:

"Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama".

16 Mart 2009 Pazartesi

1. Ay


Grevde birinci ayımız doldu. Bugün 32. gün aslında. Hâlâ zaman yok, anlar var cümlesine inanıyorum. Hâlâ pankartı astığımız ilk gün geliyor aklıma. Gerisi teferruatmış gibi...Geçip gitsin zaman neyi değiştirir ki! Belki yer yerinden oynar, belki kimileri adalet der. Bizim için farketmez ama, sonuçta biz sonuç alınıncaya kadar grevdeyiz. Ya da öyle bir nokta gelecek ki, bitirmeli artık diyeceğiz. Belki 1 yıl, belki 2 yıl sonra. Şu an için böyle bir öngörümüz yok.


TGS'nin aylık çıkardığı bir gazetesi var. Orada biz de duygu düşüncelerimizi yazdık. Alper geyik yapmış, Hamdi eski Bab-ı Ali'yi anlatmış. Mete umuttan bahsetmiş, Arzu patrona mektup yazmış. Selim niçin böyle bir işe kalkıştığımızı vurgulamış. Farklı insanların yazdığı, ama aynı yere çıkan yazılar bunlar. Güzel, garip, etkileyici ve hoş olan yazılar. Kiminde 2 cümle anlatmış duygularımızı, kiminde yarım sayfa..


Gazete demişken her cumartesi İstiklal'de yaptığımız eylemlerde haftalık grev gazetesini dağıtıyoruz. Bu gazete dağıtımı da ilginç. Kimi hiç ilgilenmiyor, kimi kızıyor, kimi merakla koşup alıyor, kimiyse karşılaşmamak için yolunu değiştiriyor. Sabah- ATV diyorsun, insan bir meraktan alır diyorsun; ama hayır, öyle olmuyor. Yurdum insanı her zamanki gibi görmemeyi, duymamayı tercih ediyor. Bazılarıysa gazte dağıtan bizlerden korkuyor. Neden korkar ki, insanoğlu? Aynı düzlemde olmadığımızı ona hissettiren bizim üzerimizde grev gözcüsü yazan tişört mü?


Velhasıl ilk 1. ayımız doldu. Pek bi mutlu mesutuz. Darısı diğer aylara.

10 Mart 2009 Salı

Blog yazmak

Blog yazmayı kişisel olarak da çok severdim. Grev başlayınca da ortak yazmaya karar verdik. Şimdilik tek bir kişinin üstünden yürüyor. İsmi cismi pek önemli değil, çünkü anlatılan her şey ortak paydamız, duygu ve düşüncelerimiz. Bu yüzden de yazının sonuna kendi ismimizi eklemeyi düşünmedik. Zaten ismimiz, kim olduğumuz da önemli değil. Kişisel olarak fikrim, benim hatırlanmamdan ziyade sürecin daha doğrusu olayın hatırlanması. Aynı zamanda kurumların kazanması. Misal TGS'ninde bu süreçten bizim gibi çok güçlü çıkmasını istiyoruz. En önemli çabamız bu bile diyebiliriz.

En komik taraf kendi aramızda yaptığımız toplantılar. Bazen kapris su buharı olup havada uçuşuyor. Bazense uzun uzun bir sürü fikir etrafında konuşuyoruz. Ancak sonuç yok. Habire aynı şeyleri konuşup duruyoruz. Niye böyleyiz açıkcası bilmiyorum. Konuşmayı mı felsefeyi mi çok seviyoruz, henüz çözemedim. Belki sistemli olmamamız, amatör ruhumuzun hep devam etmesini istememizle alakalı. Evet, amatörüz. Hayatımızda katıldığımız ilk grev. Sendika anlamında cahil insanlar değiliz, ancak sendikanın da 30 yıl sonraki ilk grevi. Bu yüzden de biraz kör topal ilerliyoruz. Olsun, mutluyuz ama. Ortak paydamız bu. Yaptığımız şeyden hiç pişman değiliz ve mutluyuz.

Çok uzun zaman sonra ben kendimi ilk defa özgür hissediyorum. Hatta bir daha plazalarda çalışamazmışım gibi bir duygum var. Plaza özü gereği insanı yabancılaştırıyor. Yanıbaşınızdan geçip giden insanlar birbirini tanımıyor. Bir kahve içelim demeye, dialog kurmaya çekindiğin- üşendiğin bir sistem. Hatta her sabah aynı asık yüzlere- bunun içine biz de dahiliz- günaydın demek zor geliyor. Başlar eğik, sessiz, birbirimizin gözlerinin içine bakamadan koridorlarda dolaşıp duruyoruz. Yeter ki görmeyelim.

Üstte amatörlüğümüzden bahsettim. Bu yüzden hatamız varsa şimdiden affola!

9 Mart 2009 Pazartesi

25. Gün



RED Dergisi bu sayısında bizim greve ilişkin güzel bir haber kaleme almış. Başlık özellikle benim çok hoşuma gitti. Ayrıca haftasonu katıldığımız kadın şenliğinde, grevci arkadaşlardan birinin DESA'daki direnişe dair kaç gün olduğunu tam bilmiyorum cümlesi beni hüzünlendirdi. Günler üst üste bindikçe kaçıncı gündeyiz diye sormalar başladı. Bugün 25. gündeyiz. Cumartesi günü 1. ayımız dolacak. Değişen bir şey yok. Aynı coşkuyla devam ediyoruz. Bize olan ilgi de şimdilik aynı şekilde devam ediyor.


Cumartesi günü çok yoğun bir gündü. Deri-İş kalabalık olarak izyaretimize geldiler. Onlardan sonra TMMOB geldi. Biz kadın arkadaşlar Kadıköy'deki şenliğe yetişmek için koşturduk. Şenlikten sonra tekrar Taksim ve kendi meşaleli yürüyüşümüz. Bu kadar yorgunluğun üstüne kendi aramızdaki toplantı. Velhasıl eve dönüş saatimiz her zamanki gibi geceyi buldu. Ertesi günse 8 Mart'a katıldık. Expres'in bu kadar takip edildiğini bilmiyorduk. Gelen birçok kişi Express'te sizi okuduk deyince hem mutlu olduk, hem de şaşırdık. Ünlü olmak böyle bir şey galiba. İşin geyiğini bir köşeye bırakırsak fiziksel olarak da tanınmaya başlamak garip bir duygu ve henüz benim pek sevmediğim bir duygu. Zamanla alışırız diye düşünüyorum.




8 Mart 2009 Pazar

Başlıksız

Uzunca zamandır vicdan üzerine düşünüyorum. Bir türlü yazıp çiziktirmeye vakit olmadı. Ama bugün de yazamayacağım, artık başka bir güne. Çünkü her şeyin bir zamanı vardır. O zaman geldiğinde bilirsiniz.

Bazı şeyleri tekrar etmek de fayda var. Biz greve işten atıldığımız için çıkmadık. Biz greve basın iş kolunda sendikanın yok sayılması, 21. yüzyılda sendikalı olduğu için işten atılan insanlar olması ve toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması yüzünden çıktık. Greve çıktıktan sonra işten atıldık. Onun için de dava açıldı zaten. Basın'da insanların bu kadar korkmasının, sendikalı olmamasının başka bir sebebi de kara listelerin olması. Bir gruba dava açan diğer bir grup da iş bulamıyor. İnsan kaynakları sağolsun, habire liset yapıp kim nereye dava açmış; inceliyorlar. Bunun somut örnekleri şimdiye kadar çok yaşandı. Falanca arkadaş Doğan Grubu'na dava açtığından bizim grupta sadece 1 hafta çalıştırıldı. "Senin davan varmış. Centilmenlik antlaşması doğrultusunda beraber çalışamayacağız" dendi. Keza Habertürk'e başlayan arkadaş 1-2 saat sonra aynı sebeple işten ayrıldı. Durum böyle olunca da yıllarca sindirilen gazeteciler, iyice un ufak oldular. Un ufak olmak insanlık anlamında geçerli bir sözdür. Nereye kadar eğilip bükülebilir; nereye kadar sessiz kalabilirsin. Bu yüzden artık kara listenin top 10'nu bizleriz. Bu durumu da insan hakları ihlalinden bir dava anca paklar.

Plaza Eylemleri

Bilişim Sendikası'nın başlattığı bir eylemlilik var: Plaza Eylemleri. Grubun Web adresine baktığımız da amaçlarını ve eylem planını görüyoruz. Kabaca özetlemek gerekirse beyaz yakalı olarak tarif edilen grupları örgütlemek, bildiri dağıtmak, eylemlerle işten atılan veya grevdeki "beyaz yakalılara" destek vermek. Çok aktif olduklarını ve sistemli bir biçimde çalıştıklarını yazmadan geçemeyeceğim.

Vodafone'daki işten atılmalardan sonra genel merkezi önünde bir eylem vardı. Sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların destek sunduğu bir eylemdi. Grevdeki arkadaşlardan biri de eyleme katılmış, dönüşte duygularını paylaştı: İşten atılan 4-5 kişi sadece eylem yerindeymiş ve plazanın camlarından içeridekiler sadece izliyormuş. O anlattıkça bana çok vahşice geldi. Zaten işten atılmış olan insanların hâlâ neden korktuklarını, 300 kişinin neden bu eyleme destek vermediklerini ise anlayamıyorum. İnsanoğlu neden bu kadar korkuyor? Bu korkuyla hakkaten yaşanabilir mi?

Biizm süreçle ilgili ise değişen bir şey yok. Ziyaretçi akını devam ediyor. Deri-İş kalabalık bir katılımla ziyaretimzie geldiler. Onların çalışma koşulları bizim gibi fikir işçilerinin yanında çok ağır. Keza DESA'da da bir sürü insan işten atıldı ve Gebze'de grev devam ediyor. Emine Arslan ise tek başına, Türkiye'de birçok insanın umudu oldu.

Marks'ın güzel bir sözüyle bitirelim. "İşçiye ekmek değil, onur gerekiyor.

4 Mart 2009 Çarşamba

Mahkeme

Turkuvaz Grubu'nun grevi durdurmaya yönelik atakları bitmiyor. Habire dava açıyorlar. Şuan 2 dava açılmış durumda. Hakları vermek, anlaşma sağlamak yerine; tam tersi işi yokuşa sürüp, mahkemelerle uğraşıyorlar. Grevin durdurulması için bir dava açtılar. Hatta dava uzun süreceğinden şimdiden ihtiyat-ı tedbri kararı aldırmaya uğraştılar. Mahkeme redetti. İzleyici olarak katıldığımız mahkemede ilk dikkatimi çeken odanın küçüklüğü oldu. İş mahkemelerindeki oda o kadar küçük ki, 3 kişiden daha fazla izleyici alması mümkün değil. Ayrıca herkes birbirine çok yakın. Bir olay çıksa, güvenlik sıfır. Bunlar işin fiziksel koşullarıyken bir de psikolojik boyutu var. Onların avukatının söylediği "Biz işimizi yapıyoruz" cümlesi avukatlığın ne kadar zor bir meslek olduğunu bana hatırlattı. Ama bizim avukatımızın söylediği inanılmaz güzel bir cümel var. "İnanmadığım işin altına imza atmam" diye. Sendika avukatları ile işveren avukatlarının arasındaki fark da bu cümleyle ortaya çıkıyor. Anadolu Ajansı'nın haberi şöyle:


İSTANBUL (A.A) - 04.03.2009 - İstanbul 2. İş Mahkemesi'ndeki duruşmaya davacı Turkuvaz Radyo Televizyon Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş adına avukatlar Melek Onaran Yüksel ve Derya Taşdemir ile davalı TGS avukatları Güven Ergin ve Meliha Selvi katıldı.Duruşmada, TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi ile grevde bulunan 3 gazeteci de izleyici olarak hazır bulundu.Davacı avukatı Melek Onaran Yüksel, Merkez ATV ile merkez gazetenin iki farklı iş yeri olduğunu, her ikisine de farklı yetki belgesi verildiğini ve ayrı toplu iş sözleşmesi yürütüldüğünü belirtti.Bu nedenle merkez gazete işçilerinin, Merkez ATV iş yerinin grevine katılmayıp, merkez gazetenin grevine katılması gerektiğini savunan Yüksel, sendikanın üye sayısının 96'dan 5'e düştüğünü, bu nedenle grevin durdurulması gerektiğini ileri sürdü. Avukat Yüksel, greve çıkanlarla ilgili listeyi de hakime sundu. Davalı TGS avukatı Meliha Selvi de davacı olarak karşılarında şu anda tek bir tüzel kişinin mevcut olduğunu, toplu iş sözleşmesi grevinin bu tüzel kişiliği ilgilendirdiğini, grevin de Turkuvaz iş yerinde yapıldığını kaydetti.Avukat Selvi, grevin başladığı tarih ile davanın açıldığı tarih arasında sendika üyelerinin dörtte üç kaybı halinde bu davanın görülebileceğini, grevin başladığı tarih itibarıyla da sendikanın üye kaybının olmadığını bildirdi.Mahkeme hakimi, davacı avukatlarının dilekçelerinde belirttikleri karar kesinleşinceye kadar ''Grevin ihtiyati tedbir olarak durdurulması taleplerini'' reddederek, eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi.

-DAVA DİLEKÇESİ-
Avukat Melek Onaran Yüksel ve Derya Taşdemir tarafından hazırlanan dava dilekçesinde, TGS'nin Merkez ATV'ye bağlı iş yerlerinde toplu görüşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine söz konusu iş yerlerinde 13 Şubat 2009 tarihinde grev uygulaması kararı aldığı belirtildi.Dilekçede, grev kararının uygulanmaya konulduğu tarihte sendikanın grev uygulanan iş yerlerindeki üye sayısının ilgili kanunun aradığı dörtte üç oranından fazla azaldığı ve greve katılımın olmadığı ifade edilerek, bu nedenle uygulanan grevin son bulması gerektiği kaydedildi.Sendikanın yetki belgesinin de grevin uygulanamaz hale gelmesinin sonucu olarak geçerliliğini yetirdiği öne sürülen dilekçede, dava kesinleşinceye kadar söz konusu grevin de ihtiyati tedbiren durdurulması istendi.

-SENDİKANIN CEVABI-
TGS avukatı Güven Ergin tarafından verilen cevap dilekçesinde de sendikanın aldığı grev kararının Turkuvaz Radyo Televizyon Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş'nin, Balmumcu, Sefaköy ve Ankara Balgat'taki iş yerinde çalışan tüm işçileri kapsadığı, iddia edildiği gibi Merkez ATV çalışanlarını kapsamadığı belirtildi.Grevin uygulamaya konulduğu tarihteki sendika üye sayısının ve bunun dörtte üç oranında kaybedip kaybetmediği hesaplanırken bu üç iş yerindeki tüm çalışanların göz önünde bulundurulması gerektiği kaydedilen dilekçede, 13 Şubat 2009 tarihinden itibaren de hiçbir üyenin istifa etmediği vurgulandı. Dilekçede, davacı vekillerinin uygulanan grevin ihtiyati tedbir kararı ile kaldırılması taleplerinin de yasaya aykırı olduğu belirtilerek, haksız ve yersiz olarak açılan davanın reddine karar verilmesi istenildi.

21. Gün

Grev son hızla devam ediyor. Blogu hâlâ istediğimiz oranda güncelliyemiyoruz. Bunun sebepleri aynı. Sürekli koşuştırma hali, akşam olunca yazacak enerji bırakmıyor. O yüzden şimdilik ağır aksak gidiyoruz. En kısa zamanda buna da bir çözüm bulma amacındayız.

Grevin 1. ayı dolduğunda 14 mart gibi bi rmiting yapmayı planlıyoruz. Mitingin saat ve tarihini buradan duyuracağız. Bugün hava-iş ziyaretmize geliyor. Yarın radikal çalışanları. Bize sürekli uğrayan, yalnız bırakmayan birçok arkadaşımız var. Galiba böyle durumlarda en çok özlenen cümle; nasılsın oluyor. Çünkü bunu hiç sormayanlar var. Aynı zamanda kırılmalarda devam ediyor. Belki sürecin, yaşananların getirdiği bir şey. Bize de kırılanlar var. İlgilenemediğimiz ailemiz, dostlarımız, gidemediğimzi paneller. Çünkü sayıca azız, bütün gün yoruluyoruz, üstüne bu koca mega kentte bir başka uçtaki toplantıya gidecek enerjiyi bulamıyoruz. Bu yüzden ilk etapta herkesten özür dileriz. Umuyoruz şu yoğunluk azaldığında her yere, davet eden herkese cevap verebileceğiz. Ancak şimdilik durmumuz bu.

27 Şubat 2009 Cuma

16. Gün




Bugün 16. gün. Yazıya başlarken aklıma gelen zamanın ne kadar hızlı aktığıydı. Cüneyt Ülsever bir yazısında zaman yok, anlar var demişti. Bizim hissettiğimizde aslında bu. 16 gün olmuş, bir süre sonra 1 ay olacak, sonra belki aylar.....İşlerin aylara uzaması değildi, amacımız. Ya da amacımız donkişitluktu değildi. Sadece bu süreçle birlikte basın tartışılsın, basın çalışanları kendi mesleklerine sahip çıksın, falanca müdürden korkarak haber yazmasın, ya da birileri onu tetikçiliğe zorlarken karşı çıkacak gücü bulsun. İşte bunun için toplu hareket etmek gerekiyor. Bu toplu olma hali de ancak sendika üstünden yürür. Diğer önemli noktaysa toplu sözleşme. İş güvencesi olmadan, işten atılamayacağını bilmeden bu ülkede özgür gazetecilik olmaz. Bu kadar basit. İşin maddi boyutundan ziyade bu boyutu önemli. Yoksa 10 yıl sonra da aynı mevzuları konuşur, oluruz.


Şu birkaç gündür ziyaretçileri yazamadım. Hayri Kozanoğlu- ÖDP Genel Başkanı, Hukukçular, Tabibler Birliği, Murat Karayalçın ziyaretimize geldiler. Unuttuklarım varsa affola! Anadolu Ajansı hepimiz için karanfil ve tebriklerini yollamışlar. Buradan hiç tanımadığımız meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz. 8 Mart yaklaşıyor. Basında kadın olma, grevde kadın olma vs. gibi kadın cephesinden de sorunları konuşacağız.


Ama yine bu akşamlık bu kadar. Yorgunuz, yarına eylem var. Her cumartesi saat 19:00'da, Taksim meydandan Galatasaray'a sesiz yürüyüş yapacağız. Kendi mesleğine sahip çıkmak isteyen gazetecileri, iktidarlardan bağımsız, özgür basın isteyen herkesi bekleriz.

25 Şubat 2009 Çarşamba

13. ve 14. Gün


Günler ne çabuk geçiyor. Bugün 14. gündeyiz. Oysa bize her şey yeni başlamış gibi geliyor. Nerdeyse 15 gün olacak, sonra 1 ay, sonra belki 6 ay....Bugün Nurdan Gürbilek'in Mağdurun Dili kitabını okuyordum. Acı anlatabilir mi diye bir bölüm var. Oradaki bir paragraf inanılmaz hoşuma gitti. Cümleler kime ait bilmiyorum. Kaynağım Nurdan Gürbilek.

"Herkes birikmiş bizi seyrediyor.
Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada.
Acı çekiyoruz"

Kimi cümleler vardır, üstüne bir söz eklemenize gerek kalmaz. Aslında bu yazıya başlarken ziyaretimize gelen arkadaşlardan bahsetmek istiyordum. Ancak bu cümlelerin üstüne ne yazasam anlamsız kaçacak.

24 Şubat 2009 Salı

11. ve 12. Gün




Bloga her gün yazmaya uğraşıyoruz. Ancak yorgunluk, yoğunluk vs. gibi sebeplerden dolayı; bu yazma işi aksamaya uğruyor. Kısaca belki şu birkaç gün içinde neler yaptığımızı toparlamak iyi olacak.

Her cumartesi günü akşam saat 19'da Taksim meydan da başlayıp, Galatasaray'da bitecek olan meşaleli yürüyüş düzenliyoruz. İlkini bu cumartesi günü yaptık. Sağolsunlar birçok kişi bizi yalnız bırakmadı. Bu yürüyüşün amacı sadece greve destek çıkmak değil. İstiyoruz ki bütün basında çalışan arkadaşlar sessizce basının durumunu protesto etsin. Artık nesne olmaktan çıkıp, olayın öznesi haline gelsinler. Basın çalışanlarının sorunlarını duyurması çok zor, bunun için sessiz yürüyüş yapıyoruz. Sessizliğimiz, durumun vahametini anlatsın diye.


Yürüyüşü tesadüf eseri gören yunanlı gazeteciler ziyaretimize geldi. Türkiye'deki sendikaların durumunu anlatmak çok zor oldu. Orada basında çalışan bütün herkesin ayrı sendikası varmış. Ve toplu sözleşmeleri işverenlerin sendikasıyla yapıyorsun. Sendika grev kararı almışsa, katılmamak gibi bir durum asla söz konusu değil. Bu yüzden bizim grevde sendikalı olanlar nasıl katılmazlar sorusunu sorup durdular.
Sendika orada aynı zamanda bir meslek örgütü gibi çalışıyor. Sendikaya üye olmak için iş kolunda 3 yıl çalışmak zorundasınız. Bu birkaç fark bile bizim durumumuzun vahametini ortaya koydu. Anlatmak için çok uğraştık, umarım anlamışlardır. Hele sendikalı olduğu için birinin işten atılmasını asla anlayamıyorlar. Orada sendikalı olmamak bir ayıp, işveren de bunu istiyor.


Velhasıl şimdilik bolca avukatlarla görüşmeyle geçiyor. Emsal oluşturacak davalardan biri, bizim dava. Aynı zamanda gazeteci arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmıyor. Ziyaretçi akını devam ediyor. BEKSAV'a destekleri için teşekkür ediyoruz.


Güzel günler göreceğiz, çocuklar; şairin dediği gibi.... Bu cümleyle uzunca zaman sonra yeniden inanmaya başladım.

22 Şubat 2009 Pazar

10. gün tebessümü

Grevimizin onuncu gününde, hak hukuk adalet borazanı öttüren kalemlerin sessizliğini tebessümle izliyoruz.

20 Şubat 2009 Cuma

8.Gün


Bugün grevdeki 8. günümüz. Mümkün olduğu kadar, atlamadan her günü yazmak istiyoruz. Ziyerteçilerimize geçmeden önce bağımsız haber portalı Biz Haberiz'deki linki eklemek istiyorum. Çünkü Saim Tokaçoğlu 29 yıl önceki grevi ve şimdiki grevin fotoğraflarını çekmiş. Çok güzel bir karşılaştırma olmuş.


Havalar hâlâ güzel. İlk günler hariç soğukla pek bir derdimiz yok. Doğa koşulları şuanda en büyük rakibimiz. Bunun dışında sıkıntımız yok.


Bugün PEN Yazarlar Derneğinden, Yeşiller Partisi'nden ziyeretimize geldiler. Ayrıca Ufuk Uras ziyaretimize geldi. Nedense milletvekilllerinin kalablık bir grup olarak yürümelerine alıştığımızdan onun tek başına, çantasıyla gelmesi bizi hem çok mutlu etti, hem de şaşırttı. Saat 4 gibiyse meslektaşlarımız olan Sol Dergisi çalışanları ziyaretimize geldi. Akşam Hava- İş bizim için bir dayanışma yemeği düzenledi. Onlarında durumları karışık. THY ile problemler devam ediyor. Türkiye'de işverenin sendikalara bakışı nasıl düzelecek, bu işleri dmeokratik bir ülkede olması gereken düzeye nasıl getirceğiz bilmiyoruz. Ama her an THY'de de bir grev patlayabilir.


Son olarak bu süreçte hep yanımızda olan Express Dergisine'de teşekkür etmek istiyoruz. Bizi şu cümlelerle kapak yapmışlar:


29 yıldır olmayan oldu:

Medya çalışanları greve çıktı

EN GÜZEL 10'LU

19 Şubat 2009 Perşembe

7. gün ve işsisiz

Bugün grevin 7. günü ve işsiziz. İnsan kaynaklarından avukatımıza yapılan açıklamaya göre noter kanalıyla bize iş aktimizin fesh edildiği bildirilecekmiş. Yalnız işin komik tarafı kimse bize adres vs. sormadı. ben işe başlarken hangi adresteydim, hatırlamıyorum.

İkincisi isim kullanmadan kimi yazılarda eleştiri yazan bir arkadaş var. Galiba biz bu grevin sebebini pek anlatamadık. İnsanlar sanıyorki sadece ekonomik sebeplerle bu yola çıktık. Oysa bu en son sebeptir.

Biz bu grupta çalışan, işsiz olmayan (şuan işsiziz) kendi isteğiyle greve çıkan, işi bırakan, işten atılmayı göze alan insanlarız. Sendikanın basın gibi bir işkolunda daha aktif görev alması gerektiğine inanıyoruz. Bu hem örgütlülüğün çalışana güç katmasıyla hem de gazetecilerin kendi mesleğine sahip çıkmasıyla alakalaı. Bu yüzden öncelikle sendikayı önemsiyoruz. İşverenin sendikaya karşı olumsuz tutumudur bizi bu duruma getiren. Şimdi bu bile basına nasıl baktığımızın göstergesidir. Israrla böyle bir kuruluşta nasıl çalışıyorsunuz diye sorulmasını ise garip buluyorum. Burada çalışıyor olmamız köle olduğumuzu göstermez. Bir her zeminde editöryal bağımsızlığın bu ülkenin olmasa olmazı olduğunu dile getiriyoruz.

Toplu sözleşmenin buradaki kilit noktasını açmak gerekiyor. Karnı doymayan hiçbir insandan demokrasi, tarafsız basın, doğru düzgün gazetecilik bekleyemezsiniz. Maslow'un hiyerarjisine ve bilime ters her şeyden önce. İlk önce doğru düzgün maaşlar ve iş güvencesi geliyor. Bu sayede gazeteciler şu haberi yaz diye genel yayın yönetmenine patronuna karşı çıkabilecek. Çünkü bir kalemde genel müdürün onu işten atamayacağını bilecek.

Velhasıl biz ölü olan toprağı eşelemeye çalışıyoruz. Yaptığımız çok küçük bir adım. Öyle kendimizi kahraman vs hissetmiyoruz. Sadece bu olayın başka kapıları açmasını ve basınımızın, kitle iletişim araçlarının manipüle etmeden doğru düzgün habercilik yapmasını istiyoruz.

Bugün Disk Genel Başkanı Süleyman Çelebi ziyaretimize geldi. Yarın yoğun bir trafik var. Ufuk Uras, PEN; Yeşiller Partisi ve Sol Dergisi çalışanları ziyaretimize gelecek. Bu ziyaretlerin garip, hoş, duygusal bir etkisi var. Hiç tanımadığınız insanlarla konuşup, onların deneyimleri hakkında da bilgi ediniyorsunuz. Ayrıca süreci ve bizi merak eden, konuşmak, tartışmak isteyen herkes balmumcu'ya gelebilir. Kapımız pardon kapımızın önü herkese açık:))

Vicdanın çöp sepeti

Bugün grevin yedinci günüydü. Sefaköy'de hayat her zamanki gibi durgundu. Kafeterya çalışanları bir haftadır olduğu gibi "insan"dı.
İtiraf etmeli ki, bu işin en yorucu yanı sürekli gelene gidene laf anlatmak.
Geçen cumaya kadar göz göze gelince gülümseştiğimiz, bazen hal hatır sorduğumuz güvenlikçilerle aramızda artık "değişik" bir ilişki var. "Kompleks"e giriş çıkış sırasında selam verirken tereddüt ediyorlar. Grev gözcüsü önlüğü giymemizi anlamlandıramadıkları belli oluyor.
"İyi insanlara benziyorlardı. Meğer komünistlermiş" mealinde bir ifade var bakışlarında. Zamanla "komünistlerin de iyi insanlar olabileceğini" düşüneceklerine dair bir ümit taşıyorum.
Ben de, biz de bu greve birbirimizden ziyade kendimizle konuşa konuşa çıktık galiba. Yolda yürürken, gece yastığa başını koyarken, uykuya dalarken, metrobüse binerken, metro merdivenlerinden gün yüzüne tırmanırken, kırmızı ışıkta beklerken...
İnsanın kendisini karşısına oturtup "söyle bakalım" demesi önemli.
Hayatın, hayatının gerçeklerini ölçmesi biçmesi... Çocukluktan insanlığa geçerken vicdanında biriktirmeye başladığı "is"in ruhunu nasıl da kirlettiğini itiraf etmesi, edebilmesi...
Ve bu "is"le yaşamaya bir son vermeye karar vermesi...
Çok önemli.
Grevdeyim diye kendimle gurur duymuyorsam nedeni var.
Kendime hesap veriyorum şu an ben.
Bundan iki yıl önce, aynı Sefaköy kompleksine, Coca Cola işçilerini beni işe getiren servisten izleyerek girdiğimi ben biliyorum.
Öncesinde, sonrasında neler hissettiğimi ben biliyorum.
Kimse değil.
Vicdanımda biriktirdiklerim rahatsız ediyordu artık beni. Yüreğimi sıkıştıracak kadar. Düşününce kendimden utandıracak kadar.
Vicdanımın "is"i ruhuma ağır geliyordu artık.
Suskun kaldığım zamanları açıklamak için kendime borçluydum.
Kimseye değil.
Ben bu greve kendime hesap verebilmek için çıktım.
Kimseye değil.
Zira vicdanın çöp sepeti yok.

gazetelerden
















18 Şubat 2009 Çarşamba

Kravatlı köleler

Bugün hava daha az soğuktu. Durduğumuz yerde daha az zıpladık. Soba da geldi.
İşveren bugün de bizi ihraç ettiğine dair şahsımıza açıklama yapmadı. Gücüne güvenen burnu büyük bir sevgili gibi davranıyor.
Yaptığımız yasal değilse bina önünden bizi niçin süpürmüyor?
Süpürmüyor.
Çünkü süpüremiyor.
Sermayenin sahibini anlıyorum. Dünyanın girdiği ama mutlaka çıkacağı ve çıktığında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı şu türbülans anında çıkarlarını gözetmeye bakıyor. O adaletsiz olmak zorunda hissediyor kendini. Paranın çarpık ahlakı onun adalet ibresini şaşırtıyor.
Ama ya onun maşaları?..
Şoförlerinin dikiz aynasında saçlarını düzelten kravatlı köleler?..
Onlar bu zalimliği niçin yapıyor?
Görünür ve görünmez iplerle bağlandıkları efendilerinin, boyun bağlarını kötücül kahkahalarla daralttığını görmedikleri için mi?
Yoksa bundan hoşlandıkları için mi?

6. gün ve işsiz olup olmadığımız bilmiyoruz.





Bugün grevin 6. günü. Neler olup bittiğini yazamadan önce, şurada- haber sen'in sitesinde gözüme ilişen 10 soruda sendika yazısını eklemek istedim. Neden örgütlenmemiz gerektiğini anlatıyorlar. Hele örgütlenme kelimesini farklı anlamlarda anlayan güzel ülkemde.


Bugünün farkı dün akşam işten atıldığımızı öğrenmemizdi. Hepimizin üzerinde bir şaşkınlık. Bize işten atıldığımız tebliğ edilmedi. Biz bunu bir internet sitesinden öğrendik. Herahlde tebliğ ederler diye beklemeye başladık, ses yok. Konuyu anlattığımız sıradan biri bile grevdeki işçiyi atmak suçtur, atamazlar dedi. Velhasıl hâlâ öğrenemedik. İşten atıldık mı, atılmadık mı? Bu duruma gülmek mi, ağlamak mı gerekiyor; bilemiyoruz. İşveren tüm çabalarımıza rağmen bu konuda bilgi vermedi.


Bugünkü ziyeretçilerimiz arasında Akın Birdal ve Sabahat Tuncel vardı. Çok ilgili ve sıcaklardı. Ayrıca sık sık gelerek bize destek veren ve bu işi gönüllü yapan Grup Bandista'ya özel bir teşekkür etmek istiyoruz. Çok iyi bir grup olduklarını da dipnot olarak düşeyim. Yorumlarınıza cevap veremiyoruz arkadaşlar. Lütfen bu yüzden kızmayın, çünkü grevdeyiz ve internetimiz yok:)))



Hep yazdığımız gibi, kararlıyız ve coşkumuz tüm hızıyla devam ediyor. İster 1 yıl ister 10 yıl; farketmez. Bu grev Turkuvaz Grubunda devam edecektir.




17 Şubat 2009 Salı

5. gün ve işsiziz.

Bugün grevin 5. günü. Aynı coşkuyla devam ediyor. Sürekli ziyarete gelenler, fotoğraf çektirenler, röportaj yapanlar mevcut. Aynı zamanda alternatif medya seçeneklerinin güçlü olduğunu görmek de bizi mutlu ediyor. Her gün Balmumcu'daki Sabah- Atv binasının öünde 12.30'da kalabalık bir kitle sesimize ses katıyor. Bunlar işin güzel yönleriyken, aynı zamanda güzel ülkemde yeniden bir hukuksuzluk yaşandı. İşveren yani Turkuvaz A.Ş iş aktşmizi feshetti. Türkçesi işten atıldık. Eeee ne var bunda, her gün kriz bahanesiyle binlerce kişi işten atılıyor diyenler olabilir. Elbetteki, ancak grevdeki bir işçinin atılması TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI'NA göre suçtur. Öne sürülen, bizim işten atılmamızın sebebi mahkeme kararıyla çürütülmüş. Kısaca olay şu: Turkuvaz Grubu ısrarla toplu sözleşme hakkını sadece ATV'den kazandığımızı öne sürmekte. Oysa bizim gruptaki gazeteler, dergiler, sabah, atv hepsi Turkuvaz çatısı altında birleşiyor. Daha önce de buna itiraz etmişlerdi. Elimizde mahkeme kararı olmasına rağmen, bizim hukuksuzluk yaptığımızı söyleyerek işten çıkarıldık. Üstelik eğer hukuksuzluk yaptıysak bunun yine bir mahkeme kararıyla belirlenmesi lâzım. Ancak yine kırık dökük demokrasisiyle yürümeye çalışan güzel ülkemde bu pek mümkün değil.

Velhasıl şuan için işsiziz. Biz işler mahkeme dökülmeden, masa başında halledilsin istedik. Buna rağmen yapılan şeyler sadece bizim hırsımızı kamçılıyor. Değişen bir durum yok. Greve devam ediyoruz. Hatta şuandan itibaren bizim gruptan işten atılan bütün arkadaşlarla beraber devam ediyoruz. İster sendikalı, ister değil. Aynı şekilde işten atıldığımızı duyan bir sürü arkadaş da sendikaya üye olmaya başladı. Herkesten istediğimiz tek şey, bu usulsüzlüğe katılmamaları.

Toplumsal vicdanımızın olmadığını yazmıştık, bireysel vicdanımızın henüz ölmediğinin göstergesidir bunlar. Ayrıca AB uyum yasalarına imza atan Türkiye'de sendikasız işçi çalıştırmak suçtur. 2 yıla kadar sendikasız çalışan işyeri kalmayacaktır.

Bizim davamız Türkiye'nin demokrasi sınavı. Ve ancak AİHM paklar:)))

16 Şubat 2009 Pazartesi

Grevde 4. Gün

Bu blogu grev güncesi gibi düşünerek kurduk. Çünkü aynı zamanda hepimiz sırasıyla duygularımızı yazalım istiyoruz. Grev hakkında sağlıklı bilgi Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın web adresinden de alınabilir.

Bugün 4. gün. Henüz neler olup bittiğini anlamaya pek fırsatımız olmadı. Yoğun geçiyor. Birçok iş kolundan ziyaretçiler, yoğun bir mail trafiği ve beyin jimnastiği ile geçiyor. Aynı zamanda basından arkadaşlarımızda ellerinden gelen desteği veriyorlar. Kimi kek getiriyor, kimi neler yapabilirizi soruyor. Hiç ummadığımız kişilerden bu destek gelirken, asıl destek beklediklerimizden nedense ses çıkmıyor. Belki zamanla onların isimlerini de buradan konuşmaya başlayabiliriz. Tabii ki dışarıdaki bu konularla hiç alakası olmayan insanlarında düşüncelerini merak ediyoruz. Bugün günceye yazan bir kadın "Bu işlere karşıyım. Ancak herkes hakkını almalıdır" demiş. Çok hoşumuza gittik. Kilit nokta bu. Haklarımız için böyle bir şey yapıyoruz. Bizim haklarımız ve sizlerinki için. Basın çalışanları artık toplu sözleşme ve sendikayla birlikte mesleklerine sahip çıkmalıdır.

Velhasıl çok yorgunuz. Bugünlük bu kadar:)

fotoğraflar



Grevin ilk günü

Cuma günü ömrü hayatımda en garip günlerden biriydi. Galiba aynı zamanda büyüyoruz. Bu yaşla alakalı bir durum değil, üstelik. Bu tanımakla ilgili. Cuma günü grevin ilk günüydü. İnsanların grevde olup olmadığını, çıkıp çıkmayacaklarını anlamanın yolu sabah işyerlerine girmemek; grev pankartı asılırken orada olmaktı. Sabah geldi, bir gün önce greve çıkacak olan, çıkacağını düşündüğümüz kişiler yoktu. İlk etapta galiba hissedilen şey kızgınlık...Bu kızgınlık bir süre sonra yerini kırgınlığa bırakıyor. Cesur olmalılardı diyorsunuz. Hele o gün şirkette sıkıyönetimin ilan edilemsi, herkese (yine anayasaya aykırıdır) greve çıkmayacağına dair kağıt imzalatılması, insanların sizinle gözgöze gelmekten korkması...çok acayip duygular bıraktı üstümüzde. Çünkü doğru olduğuna inandığımız şeyi yaptık. Bundan sonuç alırsak çok mutlu olacağız. Ama alamazsak bile değişen bir şey olmayacak. Çünkü dediğim gibi hayata karşı duruş noktasında hepimiz inandıklarımız doğrultusunda hareket ettik. Gerisi insanoğlunun ayıbıdır.

Biz Kimiz


Sanırsam bloga ilk olarak kim olduğumuzu tanıtarak başlamak gerekiyor. Yoğunluktan buna ancak fırsatımız oldu. Yaklaşık olarak 2 yıldır Sabah- Atv ve Sabahın dergi gruplarında sendikal faaliyetler devam ediyor. Çoğunluğun sağlanması sonucu işverenle birlikte toplu sözleşmeye oturuldu. Ancak Çalık grubu toplu sözleşmenin sadece 22 maddesinde anlaşıldı. Sonrasında süreçte iş ilk önce arabulucuya gitti. Yine sonuç alınamadı. Bu esanada sendikalı arkadaşlar işten atıldı. Daha sonra grev kararı asıldı, yine sonuç yok. Çalık grubu gazetecilerin greve gideceğine, gidebileceğine inanmıyordu. Bütün görüşme talepleri sonuçsuz kalınca greve gidildi. Grev tarihi 13 şubat 2009'dur. Grevin ne kadar süreceği ise tamamiyle Sabah- Atv- Aktuel ve Cosmopolitan gibi Türkiye'nin tanınmış dergilerinin de sahibi olan Çalık Grubuna bağlı. Çünkü hep dediğim gibi Türkiye'nin en deli insanlarına çattılar.


Birincisi bu zamana gelinceye kadar sendikal ayrımcılık yaptılar. Sendikalı olan insanların telifleri kesildi. Sürekli işten atılmayla tehdit edildi. Üstelik insanlarla pazarlık yapıldı. Sendikadan ayrılın, şu kadar maaş vs. gibi. Bu bile tek başına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre suçtur. Dergilerin Genel Müdürü Levent Tayla hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Mahkemesi önümüzdeki günlerde devam edecek.


Bu grev ve bu zamana kadar olan herşey Türkiye'nin demokrasi sınavı aslında. AB uyum yasalarına imza atan hükümetimiz sendikasız işçi çalıştırmanın suç olduğunu da imzalamış bulunuyor. Bu demek ki 2 yıla kadar sendikasız işçi klamayacak. Durum buyken olanlar için sadece traji komik demek geliyor, elimizden.


Şimdilik durumumuz bu. Hep beraber gelişmeleri göreceğiz.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Utanın be..

IV. Kuvvet Medya yazarlarından Ümit Otan'ın grevdeki basın çalışanları ile ilgili yazısı. Geline süreci pek bir güzel anlatmış.

Sabah-Atv grubunda tarihinde ilk kez sendikal örgütlenme başarılıyor. Sesiniz
çıkmıyor. Grev kararı alınıp asılıyor, yine “tık” yok. Greve çıkılıyor.
Sessizlik sürüyor.
Her konuda mangalda kül bırakmayanlar; bu sessiz ve
vurdumduymazlığınızın nedenlerini artık herkes biliyor. Bir de utanma duygusu
diye bir şey var, unuttuğunuz. Utanın be…
Görmezden geldiklerinizin
çetelesini tutmak neredeyse olanaksız hale geldi. “Mıç mıç” ilişkileriniz, “boşa
atışlarınız”, “linç ayinleriniz”, mide bulandırıyor. Şu kısacık ömür, onca
utanmazlığa, sıkılmazlığa değer mi?
Utanın be…
Bir medya patronunun
ortalığa kötü kokular salan ilişkileri sizi hiç ilgilendirmiyor.
Toprağın
altından kurşunlanmış kafatasları, silah depoları fışkırıyor, siz savcılarla,
hakimlerle uğraşıyorsunuz.
Patronunu savunmak için harikalar yaratan
“cengaverler”, arkadaşlarının sendikal örgütlenmesi karşısında süt dökmüş kedi
oluyor.
Bu halinizle mi “haberciliği” sürdüreceksiniz?
Bu örgütsüz,
perişan halinizle mi demokrasi, insan hakları ahkamı keseceksiniz?
Bu
halinizle mi hala gazeteci kimliğinizle ortalıkta dolaşacaksınız?
Arkadaşlarınız grev gömleklerini giymiş kapıda bekleşiyor.
İşyerlerinde
bir ilki yaşama geçiriyorlar.
Siz de tüm zavallılığınızla gözlerinizi
kapatıp başka tellerden çalın.
Verilenle yetinin, atılma korkusunun
girdabında soluksuz kalın.
İnternet, yazılı basını etkiler miymiş?
İnternet olmasaydı Sabah grevini gazetelerinizden öğrenemeyecektim.
Bu
utanç size yeter mi?
Ümit Otan

Neden

BİZ SABAH-ATV VE DERGİ GRUBU ÇALIŞANLARI OLARAK

*1980 DARBESİ'NDEN SONRA TÜRK BASIN TARİHİNDE BİR İLKE İMZA ATIYORUZ...

TARİH YAZMAYA KARAR VERDİK...
KARARLIYIZ....ARTIK TEHDİTLERE BOYUN EĞMEK İSTEMİYORUZ...
KARARLIYIZ...ÇÜNKÜ UYGAR ÜLKELERDEKİ DİĞER MESLEKTAŞLARIMIZ GİBİ MEDENİ ŞARTLARDAÇALIŞMAK İSTİYORUZ....
KARARLIYIZ...ÇÜNKÜ BUGÜNE KADAR GAZETECİLERİN GASPEDİLEN HAKLARI ARTIKGASPEDİLMESİN İSTİYORUZ...
BU NEDENLE...13 ŞUBAT 2009 CUMA GÜNÜ SAAT 11.00'DE ATV-SABAH GAZETESİ BALMUMCUBİNASI ÖNÜNDE GREVE ÇIKTIK...
VE SİZE SORUYORUZ...YANIMIZDA OLUR MUSUNUZ?

TURKUVAZ MEDYA GRUBU ÇALIŞANLARI(ATV-SABAH-DERGİ GRUBU)

* Türk Basın Tarihi'nin son grevi 12 Eylül 1980'de darbe ile sona ermişti.