19 Şubat 2009 Perşembe

Vicdanın çöp sepeti

Bugün grevin yedinci günüydü. Sefaköy'de hayat her zamanki gibi durgundu. Kafeterya çalışanları bir haftadır olduğu gibi "insan"dı.
İtiraf etmeli ki, bu işin en yorucu yanı sürekli gelene gidene laf anlatmak.
Geçen cumaya kadar göz göze gelince gülümseştiğimiz, bazen hal hatır sorduğumuz güvenlikçilerle aramızda artık "değişik" bir ilişki var. "Kompleks"e giriş çıkış sırasında selam verirken tereddüt ediyorlar. Grev gözcüsü önlüğü giymemizi anlamlandıramadıkları belli oluyor.
"İyi insanlara benziyorlardı. Meğer komünistlermiş" mealinde bir ifade var bakışlarında. Zamanla "komünistlerin de iyi insanlar olabileceğini" düşüneceklerine dair bir ümit taşıyorum.
Ben de, biz de bu greve birbirimizden ziyade kendimizle konuşa konuşa çıktık galiba. Yolda yürürken, gece yastığa başını koyarken, uykuya dalarken, metrobüse binerken, metro merdivenlerinden gün yüzüne tırmanırken, kırmızı ışıkta beklerken...
İnsanın kendisini karşısına oturtup "söyle bakalım" demesi önemli.
Hayatın, hayatının gerçeklerini ölçmesi biçmesi... Çocukluktan insanlığa geçerken vicdanında biriktirmeye başladığı "is"in ruhunu nasıl da kirlettiğini itiraf etmesi, edebilmesi...
Ve bu "is"le yaşamaya bir son vermeye karar vermesi...
Çok önemli.
Grevdeyim diye kendimle gurur duymuyorsam nedeni var.
Kendime hesap veriyorum şu an ben.
Bundan iki yıl önce, aynı Sefaköy kompleksine, Coca Cola işçilerini beni işe getiren servisten izleyerek girdiğimi ben biliyorum.
Öncesinde, sonrasında neler hissettiğimi ben biliyorum.
Kimse değil.
Vicdanımda biriktirdiklerim rahatsız ediyordu artık beni. Yüreğimi sıkıştıracak kadar. Düşününce kendimden utandıracak kadar.
Vicdanımın "is"i ruhuma ağır geliyordu artık.
Suskun kaldığım zamanları açıklamak için kendime borçluydum.
Kimseye değil.
Ben bu greve kendime hesap verebilmek için çıktım.
Kimseye değil.
Zira vicdanın çöp sepeti yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder